Türklerin Manevi Kudreti ve Kıyamet Yakınındaki Rolü
Tarih boyunca büyük milletler nice imparatorluklar kurmuş, sayısız savaşlar yapmış ve silinip gitmişlerdir. Ancak bazı milletler vardır ki, sadece kılıç gücüyle değil, inançları, ahlâkları, adalet anlayışları ve manevi görevleriyle de var olmuşlardır. Bu milletlerin en başında gelenlerden biri de Türk milletidir.
Türkler, sadece savaş meydanlarında gösterdikleri kahramanlıkla değil, İslam sancağını omuzlamaları ve onun uğruna her şeylerini feda etmeleriyle dikkat çekmişlerdir. Onların en büyük özelliği, imanı kılıçla birleştirmeleri, adaleti fetihle beraber götürmeleri, merhameti zafere tercih etmeleridir. Bu yüzden tarih boyunca nice gönül sultanları, nice ârif zatlar, nice kutlu rehberler, bu milleti sadece askerî değil, aynı zamanda ruhani bir kudret olarak da görmüşlerdir.
Bazı rivayetlerde ve manevi öngörülerde, son döneme yaklaşırken, yani zulmün arttığı, dünyanın fitnelerle çalkalandığı, hak ile batılın savaşının zirveye ulaştığı bir çağda, bu milletin bir kez daha öne çıkacağı bildirilmiştir. Bu milletin bir kez daha hak yolunda öncü olacağı, mazlumların umudu, zalimlerin korkusu olacağı haber verilmiştir.
"Hiçbir millet Türkler kadar güçlü olmaz. Onlar ortaya çıktığında, düşmanlar korkudan titrer, saf değiştirir." denilmiştir. Bu sözler, sadece fizikî savaşlara işaret etmez; hakikatin, adaletin, doğruluğun savunucusu olan bir milletin, maneviyatla yükselişine işarettir.
O büyük zat, zamanın sonunda çıkacak olan o büyük önderin yanında Türklerin olacağını, onun ordusunda en ön saflarda bu milletin evlatlarının bulunacağını, hem kalp hem kılıç ehli olduklarını ifade etmiştir. Türklerin kalplerinde taşıdıkları iman, onları diğerlerinden ayıran bir nur gibidir. Bu nur sayesinde batılı tanır, hakkı seçer, zulme asla boyun eğmezler.
Bazı tasavvuf büyükleri, Türk milletinin “koruyucu ordu” olduğunu söylemiştir. Onların yaşadığı topraklar, sadece sınırlarla çevrili coğrafyalar değil, aynı zamanda İslam’ın son kalesi olarak görülmüştür. Yani bir millet düşünün ki, hem tarihsel hem ruhsal anlamda bir nöbet görevi üstlenmiş olsun.
Günümüz kargaşasında bile bu milletin tekrar dirileceği, hakikatin safında yer alacağı, sarsılmaz bir imanla yeryüzünde hakkın temsilcisi olacağı beklenmektedir. İşte bu yüzden, tarih boyunca bu milleti ortadan kaldırmak isteyenler, sadece fiziki değil, manevi bir savaşa da girişmişlerdir. Lakin her defasında Türk milleti küllerinden doğmuş, yıkılmak istendikçe daha da güçlenmiştir.
Unutulmamalıdır ki, bu milletin asıl gücü tankta, topta, teknolojide değil; Allah’a olan teslimiyetinde, hakka olan sadakatindedir. Bu yüzden onunla savaşmak, sadece bir milletle değil, kadim bir davayla savaşmak anlamına gelir. Ve bu dava, ilahi koruma altındadır.
Yorumlar
Yorum Gönder