Kayıtlar

Hakikate Dönen Yolun Hatırlatmaları

 Aynı kaynaktan geldik ve sonunda yine o kutlu dönüşün kapısına varacağız. İnsan, yeryüzünde misafir; ne kadın erkeğe, ne erkek kadına, ne de çocuklar bize aittir. Hepsi bir emanet… Hepsi O’nun yaratmasıyla bizlere teslim edilmiş birer sınav, birer lütuf, birer sorumluluktur. Böyle bir hakikati bilen, insanlara yalnızca hatırlatmak için gönderilmiş bir önder şöyle nasihatlerde bulunurdu: 🕊️ “Ey Hakikat Arayıcısı…” “Sana verilen ömür, geri alınacak bir nefes gibidir. Senin olan yalnızca amellerindir. İnsanlarla aranda sahiplik değil, sorumluluk vardır. Emanete ihanet değil, emanetin farkında olmak vardır. Kullar arasında üstünlük değil, merhamet vardır.” “Unutma: Her varlık geldiği yere dönecektir. Sen ne ebedi olduğunu sandığın bedenine, ne malına, ne makamına, ne de ‘benim’ dediğin insanlara dayan. Dayanacağın yalnızca Rabbindir.” 🌿 “Birbirinize Hatırlatın…” “İnsan ihmal eder, unutur; hatırlatmak ise birbirine karşı kulların görevidir. Kardeşine bir söz söylemen, onun yo...

Merhametin ve Adaletin Lisanıyla Eskişehir’deki Olay Üzerine İlahi Bir Sesleniş

 Ey zulmün gölgesinden ürken kalpler… Ey mazlumun gözyaşını duyduğu hâlde suskun duranlar… Ey adaletin terazisini eğrilten elleri gören ama yüreği sızlayanlar… Bugün size Eskişehir’in soğuk bir gecesinden yükselen bir feryadı anlatıyorum. Gece, insanın üzerine örtülmüş bir rahmet iken, bir kapı tekmelerle sarsıldı. Bir evin sessizliği bölündü; iki küçük çocuğun kalbi, korkunun keskin nefesiyle titredi. Anne, suçsuzluğun şaşkınlığıyla gözaltına alındı; bebek, annesinin kokusundan koparıldı. Oysa emzirmek bir annenin değil, Yaradan’ın verdiği bir bağdır; kesilmesi kulun değil, zulmün işidir. Ey adalet mülkünün bekçisi olduğunu zannedenler! Kapı kırmak kolaydır; fakat bir çocuğun kalbinde açılan yarayı onarmak zordur. Gecenin huzurunu bozmak kolaydır; lakin vicdanın huzurunu geri getirmek imkânsıza yakındır. Karanlıkta yapılan işler görünmez sanılır; fakat kudret sahibi her şeyi görür. Zulüm kimden gelirse gelsin, mazluma indiyse onun adı zulümdür. Bir kadını, özellikle ...

İnsana ve Yaratılana Merhamet Üzerine

  Ey insan! Yeryüzü sana emanet olarak verildi; hükmet diye değil, koru diye. Toprağın bereketi, göğün nefesi, suyun berraklığı senin elinde birer imtihandır. Fakat sen emaneti unuttun; merhametin yerini menfaat, vicdanın yerini çıkar aldı. Artık pazar yerlerinde bile sessizlik acıdan doğuyor; küçücük kafeslerde gözleri bulutlanmış hayvanlar, dilsiz bir feryatla seni seyrediyor. Bir zamanlar göğe bakıp “Bu düzen ne kadar kusursuz” diyen insanoğlu, şimdi o düzeni bozan ellerin sahibi oldu. Hayvanın hakkını gasp ettin, toprağın sesini kıstın, suya zehir karıştırdın. Sonra da “Neden huzur bulamıyoruz?” diye sordun. Huzur, ezilenin duasında saklıydı; sen o duayı unuttun. Merhamet, yalnızca insana değil, her canlıya yöneliktir. Tavuğun tüyüne, karıncanın yoluna, ağacın dalına dahi saygı duymayanın kalbi taşlaşır. Ruhun huzur bulması, yaratılanın acısını anlamaktan geçer. Çünkü kim bir cana eziyet ederse, aslında kendi vicdanını karartır. Yeniden hatırla! Bir lokmanın ardında bir canın g...

İnsanlığın Zirvesine Ulaşan Kutsal Rehber: İlahi Farkındalık ve Yolculuk

 Bir insanın peygamberlik mertebesine ulaşabilmesi, yalnızca doğuştan gelen bir yetenekle değil, derin bir ruhsal ve ahlaki olgunlaşma süreciyle mümkün olmuştur. Tarihin en büyük rehberlerinden biri, çocukluk ve gençlik yıllarından itibaren çevresindeki insanlara örnek olan bir karakter sergilemiş, dürüstlüğü, adaleti ve merhametiyle toplumunda fark yaratmıştır. Bu farkındalık, onun ruhsal bir yolculuğa çıkmasına zemin hazırlamıştır. O, peygamberlik öncesinde yoğun bir içsel tefekkür ve gözlem süreci yaşamıştır. Hayatın anlamını, insanın yaratılış amacını ve evrendeki düzeni sorgulamış, doğada ve insan ilişkilerinde sürekli derin bağlantılar kurmuştur. Bu süreçte, kendi varlığının ötesinde bir bütünün parçası olduğunu fark etmiş, sınırların ötesindeki bir hakikatin izlerini hissetmiştir. İnsanlığın hataları, toplumdaki adaletsizlikler ve bireysel zaaflar karşısında duyduğu derin üzüntü, onun ruhunu olgunlaştırmış, vicdanını ve adalet anlayışını güçlendirmiştir. Zamanla bu farkınd...

İyiliğin Kıymetini Bilmek ve Vefanın Sınavı

 Hayatta insanın karşısına öyle insanlar çıkar ki, onların yaptığı bir iyilik, bir ömür boyu kimsenin yapamadığı kadar derin bir iz bırakır. Bu tür iyilikler sadece bir yardım değildir; insanın kaderine dokunan, ruhunu iyileştiren, yolunu aydınlatan lütuflardır. Böyle bir iyiliği görmek, fark etmek ve kıymetini bilmek, hem insan olmanın hem de gönül erdeminin bir göstergesidir. Ne var ki zaman geçtikçe bazı insanlar, kendilerine yapılan iyiliklerin değerini unutur. Alışkanlık, gurur, ya da nefsin karanlığı onları unutuşa sürükler. Oysa iyilik unutulduğunda, sadece iyiliği yapan değil, iyiliği gören de kaybeder. Çünkü nankörlük, insanın kalbinden bereketi alır; vefasızlık, insanın yüzünden nuru siler. Gerçek vefa, bir teşekkürle ya da bir selamla sınırlı değildir. Gerçek vefa, yapılan iyiliği gönülde taşımak, onu davranışlara yansıtmak, saygıda kusur etmemektir. Birine yapılan büyük bir iyiliğin karşılığı; minnet duygusunu diri tutmak, o kişiye gönülden bir hürmet beslemek ve asla...

ERKEN KALKMANIN BEREKETİ VE RIZIKTA GAYRETİN ÖNEMİ

  İnsanoğlu dünya hayatında rızkını ararken, çoğu zaman sebeplerin arkasındaki hikmeti unutur. Kimisi “rızık Allah’tandır” diyerek elini taşın altına koymadan oturur, kimisi de bütün yükü kendi çabasına bağlayarak manevi yönü unutur. Oysa hakikat bu iki uçta değil, tam ortasındadır: Rızık Allah’tandır, ama o rızkın kapısını açmak için insanın gayreti, azmi ve disiplinli yaşamı gerekir. Rızkın Kaynağı ve Sebepler Dünyası Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah şöyle buyurur: “Yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın.”  (Hûd, 11/6) Bu ayet bize açıkça gösterir ki rızkın kaynağı Allah’tır. Ancak bu rızık, gökten altın tepsiyle inmez; insanın gayretine, arayışına, disiplinine göre şekillenir. Allah, çalışmayı rızkın vesilesi kılmıştır. Her kulun payı bellidir, ama o paya ulaşmanın yolu emekten, dürüstlükten ve azimden geçer. Erken Kalkmanın Manevi ve Maddi Bereketi Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurmuştur: “Allah’ım, ümmetimin sabah vaktini bereketli kıl.”  (...

İnanç mı, Alışkanlık mı? Allah’a Gerçekten İnanan İnsan Zulmeder mi?

Benim Allah inancım, çocukluğumdan, bana öğretilenlerden geliyor. Ailem, büyüklerim, çevrem… Hepsi bana Allah’ın varlığını, O’na inanmanın gerekliliğini anlattı. Ama son zamanlarda fark ediyorum ki, bu inanç zinciri sadece bana ait değil. Beni yetiştiren büyüklerimin de Allah inançları kendi yetiştirilme tarzlarından geliyor. Onların da anne babaları onlara öyle öğretmiş, onların da öncekilerden duyduklarıyla şekillenmiş. Böylece, bu inanç sanki nesilden nesile aktarılan bir alışkanlığa dönüşmüş gibi geliyor bana. Ama burada durup düşünmeden edemiyorum: İnsan gerçekten Allah’a inanıyorsa, nasıl olur da zulmedebilir? Nasıl olur da komşusu açken, haksızlık görürken rahat uyuyabilir? Bir insan “Ben Allah’a inanıyorum” diyorsa, o inanç sadece dilinde mi kalmalı, yoksa kalbinin ve davranışlarının merkezine mi yerleşmeli? Bazen etrafıma bakıyorum, Allah’tan bahseden, ibadet eden, dua eden pek çok insan görüyorum. Ama aynı insanlar bazen birini kırıyor, birinin hakkını yiyor, bir zulme sessiz...