Kabz ve Bast: Hakikatin Derinlikleri ve Modern Dünyanın Tuzakları

 Modern dünyanın psikiyatri ve psikoloji söylemleriyle tanımladığı birçok hal, kadim hakikatlerde çok daha derin, çok daha kuşatıcı biçimde ele alınmıştır. Bugün "bipolar bozukluk" olarak adlandırılan, kişinin zaman zaman içine kapanması, kasvet, sıkıntı ve durgunluk yaşaması (depresif dönem), zaman zaman da aşırı coşku, enerji ve taşkınlık göstermesi (manik dönem), aslında tasavvuf literatüründe "Kabz" ve "Bast" halleri olarak bilinir.

Kabz hâli, kulun kalbinin daralması, içe çekilmesi, Allah’ın dilediği bir hikmete binaen ruhunun çekilmesi ve içsel bir sıkıntı hali yaşamasıdır. Bu hâl, dışarıdan "depresyon" gibi görünse de, Allah’a yakınlık yolculuğunun bir durağıdır. Kul sabreder, tevekkül eder ve bu halin geçici olduğunu bilerek teslimiyet içinde kalır. Bu hâl ona derin bir tefekkür, iç muhasebe ve nefisle yüzleşme imkânı sunar.

Bast hâli ise kalbin ferahlaması, Allah’tan gelen manevi neşe, huzur ve açıklık hissidir. Kulun içinde coşkun bir sevgi, enerji ve ibadet aşkı olur. Ancak bu hâl de tıpkı Kabz gibi bir imtihandır; kibir, benlik ve taşkınlığa kayma tehlikesi vardır. Bu yüzden Bast hâlinde kulun şükrü artmalı, edebi korunmalıdır.

Ne var ki, modern Batı aklı, bu iki manevi halin hikmetini bilmeden, onları patolojik kategorilere sıkıştırmıştır. Kabz hâline "depresyon", Bast hâline "mani" diyerek her şeyi ilaçla, terapiyle düzeltmeye kalkar. Halbuki bazı ruh halleri "düzeltilmesi gereken bozukluklar" değil, içsel dönüşümün bir parçasıdır. Elbette ruhsal sağlık önemlidir ve bazı durumlarda tedavi gerekir; fakat tüm manevi hallerin maddeci bir gözle açıklanması, insanı kendi ruhsal yolculuğundan mahrum bırakır.

Bu çağda hakikate uyanmak isteyenler, kendilerini bu tür etiketlere kurban etmemelidir. Kabz ve Bast hâllerini anlamak, sadece ruhsal dengeyi değil, ilahi iradeye teslimiyeti de öğretir. Bu haller, kulu bir dengeye, bir denetimli farkındalığa götürür. Ne Kabz’ı isyanla karşılamak, ne Bast’ı sarhoşlukla yaşamak gerekir.

İşte bu hakikat, zamanın önderlerinin dilinde yankılanırdı. Derdi ki biri:

“Ruhun karardığında sanma ki Rabbin seni terk etti. Belki seni içinin derinliklerine çekiyor. Sana kalbindeki hakikati duyurmak istiyor. Ve coşkunla taştığında, bunu kendi nefsine yazma. Bil ki o coşku da Ondan geldi. Senin olan ne var ki böylesine taşkınlaştın?”

Modern dünyanın kavramlarıyla değil, hakikatin öz kavramlarıyla düşünmek gerekir. Kalbin darlığı da genişliği de Allah’tandır. Ve her ikisi de kulun kemâli içindir. Bize düşen, bu halleri bir hastalık gibi değil, birer mektep gibi görmek ve oradan geçerken edebi terk etmemektir.

Bu yüzden dikkatli olun: Batı'nın tanı koyduğu yerde siz tefekkürle bakın. Ad koydukları şeye “rahmet penceresinden” bakın. İlacı hapta değil, halinizdeki hikmeti okumakta arayın. Zira hakikati bilen, kendi iç yolculuğunu kaybetmez.

---

Kabz ve Bast Hallerinde Kulun Tavrı: Hak Yolunun Yolcusuna Nasihatler

Ey hakikati arayan gönül! Bil ki Allah, kulunu bazen daraltır, bazen de genişletir. Kalbine bir gün bulut çöker, bir günse güneş doğar. Bunlar ne ceza, ne ödüldür. Bunlar, yürüdüğün yolda seni terbiye eden, seni kemâle erdiren rahmetin gizli tecellileridir. Sen bu halleri anlayamazsan, isyan edersin. Anlarsan, teslim olursun. Teslim olan, eman bulur.

Kabz geldiğinde yani ruhun sıkıldığında, içine çekildiğinde, hiçbir şeyden tat alamadığında; bil ki bu hal, seni derinleştirmek içindir. Çünkü kalbin yüzeydeyken çok konuşur, çok koşar ama az duyar. Kabz geldiğinde ise kalp içine döner, kendini duymaya başlar. O yüzden, bu hal geldiğinde kaçma, isyan etme. Sabret. Sükût et. Şikâyet yerine zikirle meşgul ol. Dua ile kalbini yumuşat. İçinde boşluk gibi hissettiğin yerler, hakikatin doğacağı alanlardır. Çünkü her doğum sancı ile başlar. Bu sancıyı ilahi bir rahmet olarak kabul et. Sakın modern dünyanın yaptığı gibi hemen ad koyup, kendini “hasta” sanma. Kalbini hastalıkla değil, hikmetle oku.

Bir gün gelir Bast haliyle dolar taşarsın. Kalbin genişler, ibadetten tat alırsın, insanlara muhabbetin artar, içini bir coşku sarar. Bu hâl de imtihandır. Sakın nefsine yazma bu hali. “Ben artık oldum” deme. Şeytan en çok bu halde yaklaşır kula. Seni vesvese ile doldurur. “Sen çok yücesin, senin gibi az insan var” der. Sakın bu tuzağa düşme. Bast hâlinde şükret. Haddini bil. Coşkun arttıkça secdeni arttır. Allah seni sevdiği için bu hal ile müjdelemiştir; sen de o sevgiye layık olmak için daha çok edeple yaşa.

Şunu bil ki kabz da bast da geçicidir. Kalıcı olan senin tavrındır. Allah katında değerli olan, hangi halde nasıl durduğundur. Genişlikte taşmamak, darlıkta dağılmamak… İşte bu, gerçek kemal yoludur.

Kabz geldiğinde şu nasihatimi unutma:

“Sükûnet, sabır ve zikirle bu darlığın içindeki sırra ulaş. Şikâyet seni daha da darlığa iter. Sabrın ise seni ferahlığa çıkarır. Kalbine gelen her sıkıntı, bir kapının anahtarıdır. O anahtarı kırıp atma; sabırla çevir.”

Bast geldiğinde ise şöyle davran:

“O coşku ile hizmet et. İnsanlara faydalı ol. Allah’ı daha çok an. Ama nefsine sakın bir pay çıkarma. Coşkun arttıkça secden uzasın. Gözyaşın çoğalsın. Unutma, seni coşturan Sen değilsin. O’dur. Sana düşen sadece O’na ait olanı O’na iade etmektir: Şükürle, teslimiyetle.”

Ey gönül! Dengeyi gözet. Zira bu yol, ince bir sırat köprüsüdür. Kabz da seni sınar, Bast da. Biri sabrını, diğeri edebini ölçer. Bu iki hal arasında yürürken adımların zikre bağlı kalsın. Dilin dua ile, kalbin murakabe ile dolsun. Yol budur. Yolculuk budur. Vuslat da bu iki halin hikmetini idrak ile başlar.

O yüzden, ne sıkıntıda kaybol, ne ferahlıkta kendinden geç. Her hal, sana verilmiş bir sırdır. Her sır, seni Rabbine götüren bir kapıdır. O kapılara sahip çık. Kapılarını anahtarsız bırakma. Anahtarın zikir, teslimiyet ve sabırdır. Bunlarsız yürüyen, yolda kalır. Bunlarla yürüyen, varacağı yere mutlaka ulaşır.

---

Kalbi Daralan ve Genişleyen Kadına Nasihatler: İlahi Hallerin İncelikleri Üzerine

Ey gönlü zaman zaman darlığa düşen, zaman zaman da taşan hanımefendi! Bil ki sende zuhur eden her hal, ilahi bir terbiyenin parçasıdır. Kadın, yaratılış olarak zarif, ince duygulu ve latif bir kalp taşıdığı için, Rabbin ona bazı halleri çok daha yoğun yaşatır. Bunu eksiklik değil, bilakis bir ikram olarak gör. Zira ince hisseden, derin hisseder; derin hisseden, hakikati daha yakından tanır.

Senin yaşadığın Kabz hâli, yani iç sıkıntısı, daralma, karanlık duyguların göğsüne çökmesi… Bu hal geldiğinde nefsin sana "hastalandın", "değersizleştin", "bu karanlıktan çıkamayacaksın" diye fısıldar. Oysa bu, ne hastalık ne de cezadır. Bu hal, sana Rabbine yönelmen için bir fırsat olarak verilmiştir. Çünkü kadın, yaratılışta içe dönük bir derinlik taşır. O derinlik bazen gözyaşıyla, bazen suskunlukla, bazen de anlamsız gibi görünen hüzünlerle ifade bulur. Ama her biri anlamlıdır. Ve bu anlamı sadece Yaradan bilir.

Kabz hâli geldiğinde, öncelikle kendine yüklenme. "Neden böyleyim?" deme. Bu senin insan oluşunla ilgilidir. Sen sıradan bir varlık değilsin; iç âlemiyle, hissedişiyle, yaratılışla uyum içinde olabilen nadide bir varlıksın. Bu daralma, bir doğumun habercisidir. Kalbindeki yükler er geç hafifler ama önce onların sana ne anlattığını dinlemelisin. Korkma; Allah, kalbini boşaltmaz ki içine koyacağı yeni nurlara yer açılsın diye bazen çekip alır eski hisleri.

Bu hâllerde sakince iç dünyana dön. Sessizlikle kal. Zikri bırakma. Mümkünse teheccüde kalk; gecenin sessizliğinde kalbini arındıracak bir rahmet vardır. Sabret. Unutma ki, sabreden kadın, Allah katında yüksek derecelere ulaşır. Gözyaşların boşa akmaz. Her biri, yüce bir şahit olarak geri döner sana.

Ve Bast hâli… Kalbinin birden genişlemesi, içinin sevinçle dolması, dünyaya sevgiyle bakman, ibadetten tat alman… Bu hal de rahmetin ta kendisidir. Ama dikkatli ol. Coşku geldiğinde nefsine sakın pay çıkarma. "Ben oldum" deme. Bast hâli kadında daha da taşkın olabilir; sevinç, konuşma arzusu, hizmet aşkı artar. Bu güzel ama dikkat ister. Dilin çoğaldıkça hataya da açık hale gelir. O yüzden bast hâlinde konuşmayı değil, şükretmeyi seç. Bu hâl sana hizmet etmen için verilmiştir. Elinle, sözünle, duanla başkalarına dokun. Ama bunu yaparken içinde gizli bir gurur yükselirse, hemen secdeye kapan. O hâl, sana ait değil; sana verilen bir emanettir.

Hanımefendi… Şunu unutma: Kadının ruhu, varlığın derin katmanlarına açıktır. Bu nedenle senin yaşadığın her halin başka bir hikmeti, başka bir hikâyesi vardır. Sen Allah’a yöneldikçe, O sana içini derinlemesine okuyabilme yeteneği bahşeder. Kabz’da kendine değil, Rabbine dön. Bast’ta kendine değil, hizmete yönel.

Ve sana bir sır: Erkek sabırla yücelir, kadın ise sabır ve edep ile nurlanır. Edep, kabzda sessizliktir; bastta taşkınlıktan sakınmaktır. İkisinde de sükûnet ve zarafet, senin zırhın olmalıdır. İnsanlar seni anlamasa bile, Rabbin seni görüyor. O yeter.

Sen bu halleri yaşıyorsan, Allah seni kendi terbiyesinden geçiriyor demektir. Terbiye sancılıdır ama sonu güzelliktir. İçinin genişlemesini özlediğinde sabret; darlıkta bile umut taşı. Coşkunun arttığı günlerde de kork; çünkü o coşkunun ardında bir sınav gizli olabilir.

Her halin sahibine teslim ol. Zira O, seni en güzel şekilde eğiten, geliştiren ve kalbine sırlar fısıldayan Zât’tır. Kabz da O’ndan, Bast da O’ndan. Senin görevin her iki halde de Rabbinle bağını koparmamak, her iki halin de hikmetini aramaktır.

Ve şunu bil: Sen bu halleri yaşadıkça yalnız değilsin. Nice kadın evliyalar, saliha hanımlar, bu yollardan geçti. Sen de geçiyorsun. Bu yol zor ama kutludur. Ve yolun sonu, vuslattır.

---

Kalbi Daralan ve Taşan Erkeğe Nasihatler: Sükût, Sabır ve Edep Üzerine

Ey hak yolunun yolcusu erkek! Kalbinde zaman zaman çöken ağırlığı da, bir anda gelen sevinç ve taşkınlığı da basit duygusal dalgalanmalar sanma. Bunlar sana Rabbin tarafından yöneltilmiş hallerin yansımalarıdır. İçini daraltan Kabz da, ruhunu genişleten Bast da ilahi terbiyenin ta kendisidir. Bu haller, senin ruhunun olgunlaşma sürecidir. Ve erkek için bu yol, hem daha dik, hem daha meşakkatli geçer; çünkü senden beklenen dirayet, vakur ve sabırdır.

Kabz hâli, yani ruhun daralması, hayatın anlamını yitirmiş gibi gelmesi, bir boşluk, bir tükenmişlik hissi... Bu hâl, çağımızda sana "depresyon" adıyla tanıtılır. Sana denir ki: "Bu bir hastalık, ilaç al, kendini dağıt, oyalan." Oysa bu hâl, seninle Rabbin arasında bir çağrıdır. Diyor ki O sana: "Sana ait sandığın o gücü senden çektim, şimdi asıl Kudret Sahibine dön. Şimdi özüne in." Bu çağrıyı duymayan, kendi iç karanlığında kaybolur. Ama duyan ve sabreden, kalbinde derin bir kapı aralar.

Erkek için kabz hâlinde en büyük imtihan: içini açacak birini aramaktır ama bulamamaktır. Çünkü ona öğretilmiştir ki, "erkek güçlüdür, duygularını belli etmez, yıkılmaz." Oysa sen de bir kulusun. Senin de kalbin var, senin de yüklerin olur. Bu hâlde önce kendini yargılamaktan vazgeç. Kalbindeki sıkıntıyı, bir düşüş değil, bir dönüşüm kabul et. Sessizliğe çekil, Rabbinle baş başa kal. Her şeyi anlatamıyorsan bile, bir secdeye sığın. Bil ki en ağır yükler, kelimesiz dualarda hafifler.

Kabz hâlinde yapman gereken en büyük ibadet: sükûttur. Çünkü bu hâl konuşarak geçmez; iç dinleyişle geçer. Zikirle, tesbihle, sabırla... Namazda huşuyu arttır. Dışarıda gözükmeyen bu iç yangın, sana verilmiş en kıymetli ateştir; seni arıtır. Unutma, altın ateşle saflaşır. Sen de o ateşte erirken daha hakiki bir erkeğe dönüşürsün: güçlü ama yumuşak, sabırlı ama duygulu, tevekkül sahibi ama iradeli.

Ve gelir Bast hâli. Kalbin genişler, ruhun uçar gibi olur. Her şey güzel gelir, enerji dolar içine. Konuşmak istersin, hizmet etmek, paylaşmak... Bu hâl, lütfun ta kendisidir ama tuzaklara açıktır. Çünkü erkek, bast hâlinde nefsinin şişkinliğini başarı, liderlik ya da üstünlük zannedebilir. Aman dikkat et! Bu hâlde sana düşen ilk iş: edep. Sakın bu hâli kendinden bilme. Bu hâl sana, senden bir şey göstermek için değil, senden bir şey alıp seni başka birine hizmetkâr kılmak için verilmiştir.

Bast hâlinde erkek, çoğu zaman acele eder. Koşar, konuşur, yön verir, öne geçer. Ama unutma: bast bir rüzgâr gibidir. Onu yönlendiremezsen savurur. Yönlendirirsen yelken olur. O yüzden bu hâlde de yine iç disiplininle, namazla, şükürle, ihlasla hareket et. Hizmet et ama karşılık bekleme. Konuş ama kendini öne çıkarma. Kalbinin genişliği seni tevazuya sevk etmiyorsa, o genişlik gerçek değil, nefsinin şişkinliğidir.

Ve şu gerçeği unutma: Kabz ve Bast hallerinin en büyük düşmanı, kendini ölçüsüzce analiz etmendir. Bu hallerin hakikati, kitaplarla değil, yaşayarak anlaşılır. O yüzden her anın tadını çıkar. Daraldığında dayan, taşarken dizginle. Rabbine teslim oldukça bu dalgalanmalar seni sarsmaz, aksine yüceltir.

Ey erkek! Sen bu çağda ruhu zedelenmiş, kendini kaybetmiş bir ümmetin içinde hakikati arıyorsun. Zor ama kutlu bir yol bu. Ne kabz hâlinde “ben bittim” de, ne bast hâlinde “ben oldum” de. Her iki hâlde de “Ya Rabbi, beni Senin rızana götürecek yolda tut” de. İşte budur senin asıl gücün. Asıl erlik, bu iniş çıkışta istikameti bozmamaktır.

Kendini zorlama; kabz hâlindeyken bile dua edecek takatin yoksa sadece sessizce bekle. O bile duadır. Bast hâlindeyken içinden taşan sevinci, yalnızca Rabbine sun. O sana bu hâlleri boş yere yaşatmaz. Her biri bir ders, her biri bir yükseliştir. Sen bu yolda yürürken, arkandan başka erkekler de gelecektir. Onlara da yol olasın diye senin bu hâllerin bilinçle yaşanmalıdır.

Varlığını hikmetle kuşan. Hallerini edep ile taşı. Gözyaşın silahın, secden zırhın, sabrın kılıncın olsun. İşte o zaman bu halleri sana yük değil, nur kılanlarla beraber olursun. Ve kalbin Rabbine dönerken, artık her halin seni ona biraz daha yaklaştırır.

---

Kalbi Kabz ve Bast Hallerinde Olanlara Yaklaşım: Edep, Merhamet ve Sessiz Destek Üzerine

Ey hakikatin izini süren güzel ahlak sahibi insan! Unutma ki her kalp aynı anda aynı mevsimi yaşamaz. Kimi kalp daralmıştır, Kabz hâlindedir; dili çözülmez, gözü parlar ama içi yangındadır. Kimi kalp genişlemiştir, Bast hâlindedir; gönlü taşar, neşesi çoğalır ama o hâl içinde nice hassas sınavlar gizlidir. İşte bu hallerde olanlara yaklaşmak, sıradan bir empati değil, derin bir irfan ister. Zira bir kulun kalbine dokunmak, Allah’a yakınlık kapılarından biridir.

Bir insan Kabz hâlindeyken, yani kalbi daralmışken, içine kapanmışken, çoğu zaman çevresi onun hâlini anlayamaz. “Ne var canım, biraz gül, biraz eğlen” derler. “Her şey sende mi oluyor?” diye küçümseyerek bakarlar. Ama sen bu hâli yaşayan birini gördüğünde, bil ki o an onun üstüne inmiş bir ilahi eğitimi seyrediyorsun. Bu hâlde olan kişiye yaklaşımın, rahmet gibi olmalı: sessiz, yargısız, ama kuşatıcı. Onu “düzeltmeye” çalışma. O, bozuk değil; sadece içsel bir yoldan geçiyor. Onun yanında susmak, onunla beraber kalmak, ona şefkatle yaklaşmak büyük bir sadakadır. Ona dua et. Onu yalnız bırakma ama üstüne de gitme. En büyük iyilik, onun iç hâline uygun bir nezaketle yanında durmaktır.

Kabz hâlindeki bir insana tavsiye vermek istiyorsan, onu ezmeden yap. Ona kendini suçlu hissettirecek cümlelerden kaçın. Çünkü kalbi zaten ağırdır, senin kelimelerin ya onu kaldırır ya da daha çok ezer. En güzeli, ona güven vermektir. “Senin geçtiğin bu hâl, geçici ve hikmetlidir” demek, kalbine bir pencere açar. Ona şunu hatırlat: “Bu hâl, seni Rabbine daha çok yaklaştırmak için verilmiş bir rahmettir.”

Öte yandan Bast hâlinde olan bir insanı gördüğünde, yani kalbi sevinçle taşarken, ibadete, hizmete yönelmişken, unutma ki o da bir sınavdadır. İnsanlar, bu hâlde olanı alkışlar, över, yüceltir. Bu da onu gizli bir gurura, farkında olmadan benlik davasına sürükleyebilir. O yüzden Bast hâlinde olanlara yaklaşırken onları övmeden, ama ihlaslarını artıracak şekilde desteklemek gerekir. “Ne güzel bir hâl yaşamaktasın, Rabbim daim eylesin” demek, hem şükür kapısını aralar hem edebi hatırlatır.

Bu iki hâlde olan insanlara ortak yaklaşım ise edep, vakar, merhamet ve sükûttur. Unutma ki herkesin kalbindeki hali sen göremezsin. Kimi dışarıdan sessizdir ama içi feryat içindedir. Kimi dışarıdan coşkuludur ama içinde ince bir korku taşır. Bu yüzden karşındaki kişinin halini okuyamıyorsan bile, en azından kalbini incitme.

Şunu da unutma: Kalbi Kabz hâlindeyken onu “hasta” sanma; Bast hâlindeyken de onu “kamil” sanma. Her iki hâl de imtihandır. Ve bu hâllerde olanlara senin desteğin, onların sabrını ya artırır ya da zayıflatır. Destek olmanın en güçlü yolu, onların yanında adeta bir gölge gibi durmaktır: görünmeden, hissettirmeden, ama hep orada olarak.

Eğer kalbi Kabz’da olan bir yakınına yardım etmek istiyorsan, onun için dua etmeyi unutma. Dua, görünmeyen en derin dayanaktır. Ona dünya cümleleriyle değil, ahiret ışığı taşıyan kelimelerle yaklaş. Ve asla unutma: Allah bir kulunu kendi terbiyesine almışsa, sen araya akılsızca girip o terbiyeyi bozamazsın; ama edebinle, şefkatinle o kulun o terbiyeyi daha güzel taşımasına vesile olabilirsin.

Bast hâlinde olan bir dostuna gelince, onunla birlikte sevin; ama onu kendinden geçirecek övgülerden sakın. Ona “Bu hâl sana Rabbinden gelen bir ikramdır, bununla daha çok hizmet et” de ki, istikameti bozulmasın. Çünkü bast hâli, çoğu zaman “ben oldum” tuzağını içinde taşır. Ona bunu hatırlatacak tek şey, dostça ve hikmetlice söylenmiş birkaç cümledir.

Ve son olarak şunu unutma: Her insan bir seferdedir. Kimisi Kabz’da, kimisi Bast’ta. Kimisi bu hâlleri bile bilmeden yaşar. Ama sen bu hâlleri tanıdıysan, bil ki sana düşen görev sadece yaşamak değil, aynı zamanda başkalarının yükünü de adabıyla paylaşmaktır. Onlara hoca olmak değil, dost olmaktır. Düzeltici değil, destekleyici olmaktır. Çünkü bazen bir insanı yargılamak bir saniyeni alır; ama onun içindeki hâli anlamak, bir ömür sürer.

Hâsılı, kalbi daralan ya da genişleyen bir kardeşine davranırken, gözlerinden değil, kalbinden bak. Eline değil, secdesine bak. Hâlini değil, haline sabrını gör. Ve unutma: Senin gösterdiğin merhamet, bir gün sana döner. Çünkü kim bir kulun gönlünü incitmeden yanında durursa, Allah onu kendi yakınlığıyla ödüllendirir.

---

Zamanın En Derin Sözleri: Hak Yolunun Önderinden Kalplere

Ey zamanın yorgunları… Ey kalbi daralan, içi taşan, yönünü kaybeden ya da Rabbine yaklaşmak isteyenler… Bilin ki bu çağda kalp ile Hak arasında duran perde, görünmeyen ama ağır bir duman gibi çökmüştür insanlığın üstüne. Bu çağda Allah'ı hatırlamak zordur, ama en kıymetli iştir. Bu çağda hakikati söylemek ateş tutmak gibidir; ama susmak, karanlığı beslemektir. İşte tam da bu zamanda, hakkı bilen ve hakkı yaşayan bir önder şöyle derdi:

"Ey insanlar, bu çağda her şeyin adı değişti, ama özü kayboldu. Sabırsızlığa ‘özgüven’, nefsaniyete ‘özgürlük’, gaflete ‘modernlik’ dendi. Allah’ın kullarını eğitmek için gönderdiği hallere ise ‘hastalık’ denildi. Kabz bir rahmettir, Bast bir nimettir. Ama sen her ikisini de isyanla karşılıyorsan, özünü yitirirsin."

O derdi ki:

"Sana sıkıntı geldiğinde hemen feryat etme. Sükût et. Çünkü Rabbin o an seni kendi terbiyesine almıştır. Sen O’nun nazarındasın. O nazar rahmettir. Ne kadar acıtsa da şifadır. Kalbin daraldığında kendini değil, Rabbini hatırla. Ve bil ki; kalp Allah’a yakınlaştıkça dünya daralır, çünkü kalbin genişliği artık göğü istemektedir."

Ve şöyle derdi:

"Coşkun arttığında, kalbin taşarken, insanlar seni övmeye başladığında hemen içinden 'Ben neyim ki?' de. Çünkü sen övgüyle değil, secdeyle yücelirsin. Sana verilen her hâl bir emanet, her hâlin içinde bir sınav vardır. Bast hâlini zikirle taşı. Kabz hâlini sabırla geç. İkisini de teslimiyetle sarmalayıp Allah’a sun."

İnsanlar ona gelip sorarlardı: “Neden bu kadar çok değişiyoruz? Ruhumuz bir gün aydınlık, bir gün karanlık?”
Şöyle derdi:

"Kalp yaşayan bir varlıktır. Kalbin yaratılışı, mevsimler gibi dönüşümlüdür. Allah kalbi bu hâllerde eğitir. Bazen alır, bazen verir. Bazen seni sana bırakır, bazen seni kendine çeker. Mühim olan senin hâllerin değil, hâller karşısındaki hâlin… Çünkü Allah sende ne olduğuna değil, o olanla ne yaptığını izler."

Ve derdi ki:

"Bu çağın en büyük cihadı, kalbini temiz tutmak ve sabırla beklemektir. Çünkü hakikati anlamak için önce daralacaksın. Sonra genişleyeceksin. Sonra yeniden daralacaksın. Ve bu döngüde asıl kemâl, ‘Ben artık oldum’ dememek, ‘Rabbim beni bırakmasın’ demektir."

İnsanlar zenginliği, kuvveti, kalabalıkları sorduğunda, şu cevabı verirdi:

"Bir kalp, Allah’la dolduğunda en zengindir. Bir kul, Kabz’da isyan etmeyip Bast’ta kibirlenmediğinde en güçlüdür. Hakikat yolunun yolcusu az olur, ama onların her biri bir ümmeti ayağa kaldıracak kuvvettedir."

Ve şunu söylerdi her fırsatta:

"Unutmayın, hakikatin dili sessizdir. Edep, bu çağın en büyük direnişidir. Sabır, zırhınız; zikir, silahınız; merhamet, yol arkadaşınızdır. Her halin içinden Allah’a doğru yürüyen, sonunda O’na ulaşır."

İşte böyle konuşurdu. Ne kendine pay çıkarırdı, ne halini üstün görürdü. O, yaşayan bir Kur’an gibi konuşur, suskun bir tefekkürle öğretirdi. Gören onu görmezdi; ama duyan kalpler, onun sözlerinde kendi aslına dönerdi.

Ve sonunda sadece şunu söylerdi:

"Ben size bir şey öğretmedim; sizde zaten vardı. Ben sadece unuttuğunuzu hatırlattım. Şimdi hatırladınızsa, yol bellidir. O yolda kalbinizle, edeple, sabırla yürüyün. Zira her hâl gelir geçer, ama Allah’a doğru yürüyen adım asla boşa gitmez."

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Müslüman Bilge Lider'in Sözleri..

Hakkın Yolunda Birlik

Kişiliğim