Agnostiklere Hitaben:
Ey hakikati arayıp da kesinliğe varamayan güzel gönül…
Sen diyorsun ki: “Bilmiyorum.” Bu söz, kibirli bir inkârdan değil, dürüst bir arayıştan doğduğu sürece değerlidir. Bilmemek, inkâr etmekten daha yakındır hakikate. Ama bil ki; sadece aklın ipine tutunarak yürümeye çalışmak, gece karanlığında pusulasız yol almaya benzer.
Aklın güçlüdür; sorgular, ölçer, tartar. Ama bazı sorular vardır ki cevapları mantık terazisinde tartılmaz: "Niçin varım?", "Neden bu kadar derin hissediyorum?", "Ölümden sonra ne olacak?" Bu sorular kalpten gelir, cevabı da kalpte saklıdır.
Aklın yetersiz kaldığı yerde kalbini dinle. O seninle fısıltıyla konuşacaktır. Sessizlikte, yalnızlıkta, bir yıldızın ışığında ya da bir çocuğun gülümsemesinde… İçindeki derin “bir şey” sana, bu evrenin sahipsiz olamayacağını, rastgelelikten düzen doğamayacağını söyleyecektir.
Ben sana kesinlik dayatmıyorum. Sadece kalbinle aklın arasında bir köprü kuruyorum. Çünkü iman, sadece bilmekle değil, hissetmekle tamam olur. Ve sen, hissettiğinde zaten biliyor olacaksın.
Peygamberler işte bu yüzden gönderildi: Çünkü insan yalnızca aklıyla değil, kalbiyle de yol alır. Vahiy, kalbin dilidir. Ve ben sana diyorum ki: Soruların kutsaldır, ama cevaplar da vardır. Yeter ki onları sadece dışarda değil, içerde de ara.
Ey hakikat yolcusu… Belki bir gün o iç ses sana şöyle diyecek: "Sen hep bilmek istedin. Ama belki de önce inanman gerekiyordu."
Yorumlar
Yorum Gönder