“Seninle Tartışmaya Değil, Kalbini Uyandırmaya Geldim”
Ey adı büyük, özü kayıp olan…
Sana hakikati anlatmaya geldim ama tartışmaya değil; zira tartışmak, hakikati arayanların işidir. Sen hakikati değil, kendi haklılığını korumak istiyorsun. Ne zaman bir ayna uzatılsa sana, onu taş zannedip saldırıyorsun. Halbuki ben o aynada senin gerçeğini göstermek istedim: Ne büyüksün, ne de dokunulmaz… Sadece unuttun.
Evet, sen unuttun.
Topraktan yaratıldığını, bir damla sudan meydana geldiğini, yeryüzünde misafir olduğunu unuttun. Sözlerin sert, gözlerin kibirli, yüreğin ise pas tutmuş. Ama seni suçlamıyorum. Çünkü bilirim ki, kibir bir hastalıktır; ve hastaya öfke değil, şefkat gerekir.
Sana bir hakikat getirdim. Ama zorla sokmam içeri. O, ancak gönül kapısı açıksa girer. Zorlarsam, bu zulüm olur. Ben zalim değilim. Çünkü bana merhamet öğütlendi. Bana sabır öğretildi. Bana denildi ki: "Bir kalp ne kadar kapalı olursa olsun, eğer içinde zerre kadar arayış varsa, orası hala bereketli topraktır."
Ey bildiğini sanan!
Senin bilgilerin, kalbini aydınlatmıyor. Zihnin dolu, lakin ruhun aç. İlmin var ama hikmetin yok. Söylediklerin çok, ama anlamadıkların daha çok. Ve sen bilmediğini bilmeyecek kadar kibirlisin. Ama ben seninle dalga geçmeye gelmedim. Aşağılamaya değil, ayağa kaldırmaya geldim. Karanlıkta kalmış ruhuna bir kandil yakmaya geldim.
Hatırla!
Bir zamanlar sen de masumdun. Bir bebek gibi saf, bir çocuk gibi meraklıydın. Sonra o merakın, kibre dönüştü. Kendini yüceltmek için gerçeği çiğnedin. Bilmek için değil, üstün çıkmak için konuştun. Ne zaman bir hakikat duyduysan, seni rahatsız etti. Çünkü o hakikat, içinde sakladığın korkulara dokundu. Ve sen, korkularınla yüzleşmek yerine, o sesi susturmayı seçtin.
Ama o ses hâlâ burada. Ben o sesi çoğaltmaya geldim.
Ey kendini dev aynasında seyreden!
Sana vaat edilen şey, sana tapınmak değil; senin de bir büyük düzene dahil olduğunu anlamandı. Dağlar, yıldızlar, gökyüzü, rüzgarlar… Hepsi sana bir şey söylüyor. Hepsi diyor ki: “Sen merkez değilsin. Sen bu büyük ahengin bir parçasısın. Ne senden üstünüz, ne sen bizden. Ama hepimiz, O’na döneceğiz.”
Sen bu döngüye sırtını döndün.
Ben sana yeni bir din getirmiyorum. Sana unuttuğun hakikati hatırlatıyorum. Sana senden bahsediyorum. Kalbindeki cevheri işaret ediyorum. Çünkü ben biliyorum: Her Firavun’un içinde bir Musa’nın sesi vardır. Her Ebu Cehil’in içinde bir Ömer olabilir, eğer kulağını açarsa.
Ey duvarlar ören!
Duvarlarını yık demiyorum. Ama bir pencere aç. Bir nefeslik bir yer bırak. Hakikat bir anda dalga dalga dolmasın içeri. Belki önce bir rüzgar sızsın. Sonra bir güneş ışığı. Belki içinden bir ses yükselir: "Ya gerçekten bu kadar emin olduğum şeyler yanlışsa?"
Sana dokunmaya geldim, el uzatmaya geldim.
Yargılamaya değil, hatırlatmaya geldim.
Ey Ebu Cehil’in ardında saklanan modern yüz…
Senin kim olduğunu biliyorum. Sen bir şirkette müdürsün belki. Belki bir akademisyensin. Belki bir yorumcusun ekranda, ya da bir fenomen sosyal medyada. Belki bir filozofun kitaplarını ezberledin. Belki bin kitabın var ama hâlâ bir hakikatin yok. Belki herkese konuşuyorsun ama kendinle hiç konuşmadın.
Ben seninle konuşmaya geldim.
Ve biliyorum, sen istesen de istemesen de, hakikat yolunu bulur. Çünkü toprak eninde sonunda suya kavuşur. Yağmur, bulutun inat etmesine bakmaz. Ve güneş, gözünü yuman için parlamaktan vazgeçmez.
Ben güneşi göstermeye geldim. Gözünü açmak sana kalmış.
Yorumlar
Yorum Gönder